10 Ağustos 2009 Pazartesi

ANILARIMDAKİ KÖY

KARS MAĞARACIK KÖYÜ
Dr.Mehmet Zeki İLGAR
Çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği Mağaracık köyünü (Ataköy) sanal ortamda tanıtmak amacıyla hazırladığım bu sayfanın ileride kapsamlı bir kitap yayınlanmasına temel oluşturmasını diliyorum. Nedense bu konuda kendimi borçlu hissediyorum ve borcumu ödemek istiyorum. Şimdilerde büyük ölçüde boşalmış ve yıkılmış olan köyümü çok özledim ve çok seviyorum. Biliyorum bu haliyle orada yaşamak zor görünüyor, şehir merkezine çok yakın olmasına rağmen terkedilmişliğin hüznünü yansıtıyor ve insanın içini karartıyor. Ancak yakın bir gelecekte büyük şehirde yaşayan nüfusun köye geri dönmek zorunda kalacağını umuyorum. Keşke yaz tatillerinde konaklama imkanı olsa da şöyle 15 gün kalabilsem diye çok hayıflanıyorum. Aslında muhtarlık eski evlerden uygun birini konukevine dönüştürse ne güzel olurdu.

Coğrafi Konum:

Köyümüz Kars ili merkez ilçeye bağlı bir köy. Karayolu bizim çocukluğumuzda kısa yoldan merkeze uzanır, asri mezarlığın yanından şehre girilirdi. Havaalanı yapılınca bu yolu iptal edilerek Karacaören ve Azat köylerinin içinden geçen grup köy yoluna bağlandı.
Karsın kuzeyinde geniş tarım alanları ve merasıyla bölgenin en zengin köylerinden birisidir. Köyün güneyinde Azat ve Karacaren köyleri ile havaalanı bulunmaktadır. Kuzeyinde köyün yaylası, Şavki bey ve İman bey yaylaları, Borluk köyü ve Hacıhalil dağ silsilesi doğusunda Karakale köyü ve Azatın yaylası, batısında tekneli köyü bulunmaktadır.
Bizim çocuklumuzda (1960-1970 yıllarında) Mağaracık köyü; yukarı, orta, aşağı mahalle ve harmantepe mahallesi olmak üzere dört büyük mahalle vardı ve 300 haneli bir köydü. Okulda futbol veya teppikh/tekmik (bir tür tekvando) oynarken bu mahallelere göre takımlar oluşurdu, maçlar yapılırdı. Okul ve cami köyün tam ortasındaydı. Köyün eski sakinleri olan Rumlardan kalma küçük kilise cami olarak kullanılıyordu. Sonradan bu yapı yıkılarak yerinde şimdiki cami inşa edildi.

Tarihsel Geçmiş

Adını alt yanındaki vadiden geçen derede bulunan çok sayıda mağaradan alan Mağaracık köyü Kanuni dönemindeki kayıtlara göre eski bir Türk yerleşim yeridir. Dokanüç harbinden sonra kırk yıllık rus işgali yıllarında bölgeyi hıristiyanlaştırma politikası gereği dışarıdan getirilen Rumların yerleştirilmesiyle Türk nufus göçe zorlanarak köyü terk etmiştir.
Köye yerleştirilen Rumlar Harmantepe adı verilen tepe etrafında kümelenen eski Türk yerleşim yerini yamacın ortasından geçen bir ana cadde ve ona paralel yan yollar ile kesişen caddeler şeklinde yeniden düzenlemişlerdir. Bu özelliği ile plansız Türk köylerinden farklıdır. Benzer yapılanma bölgede başka ermeni rum, polonez, malokan köylerinde de görülmektedir. Evlerin yapısı da çok planlıdır. Hayatı bulunan her evde hayvan barınakları, yer altına kazılmış merek(saman deposu), harman yeri, napsar (sebze ekilen yer), tahıl ambarları (kuyu şeklinde) yer almaktadır.Hayvancılık ve tarımla geçinen Rumlar borluk deresinden aldıkları suyu açık kanal ve pörnek adı verilen seramik borularla taşıyarak içme ve sulama suyu ihtiyaçlarını karşılamışlardır.
1918 yılında Rus işgali sona erdiğinde Ruslarla birlikte onların himayesinde köye yerleşen Rumlar yunanistana göç ederek köyü boşaltıp gittiler. Böylece yıllarca kullandıkları evleri, ahırları, merekleri, harmanları, bostanları, tarlaları, meraları ve yaylasıyla hazır bir köy bıraktılar. Köye gelenler insanları bir sabah ışınlanmış gibi görünen bir köy buldular.
Gürcistandan gelerek Kısır dağı eteklerinde dağköyü adlı köyde yaşayan terekemeler nüfus fazlalığından ve koyun sürülerine yeterli otlak bulmak amacıyla yeni yerleşim yeri aramaktaydılar. Umutoğullarından Halil ağa canlı hayvan ticareti yapmak amacıyla bölgeden geçerken köyün binaları sağlam vaziyette ve boşalmış olduğunu görerek zaman kaybetmeden Dağköyü’ne geri döndü. Durumu ileri gelenlere anlattı. Acele karar verildi denkler toplandı koyun sürüleri ve sığırlar yola hazırlandı. Terekeme halkı göç etmeyi çok iyi biliyordu. Ortaasyadan yüzyıllar öncesinden başlayan göçleri hiç bitmemişti. Yazın yaylakta kışın kışlakta geçen hayatları onları her an göç etmeye hazır olmayı öğretmişti.
Dağköyünden umutoğulları, seferoğulları, demirçilliler, zoğallar, gulugiller ve ocakoğulları, Vanazadan İlgarlılar ilk gelen ve köye yerleşen sülalelerdi; bir yıl sonra göyyeliler diye bilinen genelde akraba olan kalabalık bir nüfus köye hareketlilik getirmişti. Ayrıca bu bahse konu sülalelerle akraba olup köye yerleşen köydeki ifadesiyle perakendeler de vardı. 1930 lu yıllarda ikinci dalga olarak Şavkı beyin yaylasını kuran Posoflular köye yerleşerek denge unsuru olmuşlardı. Sonraki yıllarda başka Posoflular da gelip göç edenlerin sattığı yerleri alarak köye yerleşmeye devam ettiler.

Köyde Sosyal Hayat

Köyde ağırlıklı olarak yerleşmiş terekemelerden olmamıza rağmen, bizler tat, kürt ve yerli diye nitelendirdiğimiz komşularımızı hiç yabancı görmezdik. Hepsiyle de kız alıp-vermeyle akrabalıklar kurulmuştu. Posof’tan gelenlere nedendir bilinmez Lazlar deniyordu. Aslında Ahıska Türkü olduklarını ben sonradan öğrendim. Yani Lazlıkla hiç alakaları olmadığı halde onların da itiraz ettiklerini hiç duymadım.
Köyümüz barışın eğemen olduğu bir köydü.Kolay kolay kavgalar olmazdı. Olsa da uzun sürmezdi, hemen barış sağlanırdı.Muhtarlık seçimleri olaysız geçerdi. Gerçi dedikodular çoktu ama olay olmazdı. Toprak , kız kaçırma, çocuk kavgası, köpek boğuşması nedeniyle çıkan kavgaları da sonradan gülümseyerek anıyoruz. Üzüldüğümüz öldürmeyle neticelenen iki olayın da hiç olmamasını dilerdik. Kandavasına dönüşmemesi de en büyük temennimizdir.
Köyümüzde çok renkli bir sosyal hayat vardı. Düğünlerde Ayvaz dayı çubukçuluk yapardı. Şimdi İstanbulda yaşayan ve 90 ı devirmiş olan Yeke Hüseyin dede “falandan 10 lira para Allah bereket versin, bir bele gün de onun oğlunun başına” diye nemerleri okurdu. Gündüzleri harmanda geceleri ahırda davul-zurna eşliğinde bar tutulur tek oyunlar oynanırdı ki seyrine doyum olmazdı.
Bu bölümde bahsedeceğim köylülerimden kimlerin hayatta olduğunu iyi bilmiyorum. Ölenlere Allahtan rahmet,yaşayanlara can sağlığı diliyorum.
Mesela Çavuş emi rahmetli Oltuluydu, evlenerek Mağaracığa yerleşmişti. Yine rahmetli Lölük Mehemmet Suşehrinden gelmişti. Lölük lakabını eve gelen misafirlere çay ikram etmekten yorulan Eşi Mine halaya “dok mine dok lölüğün suyunu misafirden mi esirgiyon”dediyi için kazanmıştı. Köyde herkese lakap takmak biraz gülme ihtiyacından biraz da halkın mizah dehasından kaynaklanıyordu. Aziz ve Abdullah adlı kimsesiz iki kardeşin evlendirilerek yerleştirilmeleri ve köyü benimsemeleri ilginç bir olaydı. Bizim evlerin hemen karşısında evleri bulunan rahmetli Tat Sayat amcayı ben görmedim ama hakkında anlatılanlardan aklımda kaldığı kadarıyla onun köyün ilginç simalardan oduğunu söyleyebilirim. Her kış çocuklarla oturup bahar gelince bostanın neresine ne ekeceklerini tartışırlarmış ama bahar gelince bostan hep boş kalırmış.Kendisini ben görmedim ama gür bıyıklarıyla oğlu Ekrem amcayı çok net hatırlıyorum.
Hıdır amca arpaçayın incedere köyünden gelmiş, kendine yeni bir yurt edinmiş.Köyün soba ve borularını tenekeden üreterek her şeyini çok ucuz bir el emeği karşılığında temin edilmesini sağlamış.O da terekeme olmadığı için konuşmalarıyla hatırımızda kalmıştı.Mesela anlatılanlara göre oğluyla ayrılırken:“tası getir behen süt sağim sehen,esme behen özgül sehen” demişti. oğlu Yusuf enişte özgül halamla evli olduğu için evlerine gider gelirdik,bizimle de çok ilgilenirlerdi.
Köyün alt başında oturan Abdurrahman usta gerçek bir demirci ustasıydı. Her türlü malzemesi vardı ve köyün demir ürünlerini ucuza üretirdi. Posoflu Kerim dedenin oğlu Hazim amca güzel saç tıraşı yapardı. Zoğalların Hasan askerde sıhhiye olduğundan enjeksiyon yapmayı çok iyi bilirdi. Nerdeyse herkesin iğnesini o yapardı.
Evimizin karşısında yerleşen akarabalardan Ramazan amca ana dili gibi Rusça bilirdi. Dağköyünden gelen zenginlerden olan İdris ağanın da akrabasıydı. İdris ağanın düzeni mağaracık köyüne geldikten sonra bozulmuş, oğulları İmdat ve Muğdet (Toksun)köyü terk etmişlerdi.Köyde tapulu mekanları da kalmamıştı. Bu nedenle çoğu hatırlamayabilir ama ben not düşmek durumundayım. Rahmetli hacı İmdat dede iyi bir din görevlisi ve ihlaslı bir gönül ehliydi.
Köyün üst başında görünürde Umutoğullarından (yiğit lakabıyla anılır) Yeke Söyün dedenin evi vardı. Onun evinden az yukarıda derenin içinde Seferoğullarından Enver amcanın evi vardı. Rahmetliyi kızakla veya at arabasıyla (bırışka) Kars’a giderken veya gelirken görürdüm. Güler yüzlü şakacı bir adamdı. Dereden çıkan yolun kenarında Beyler amcanın evi onun yanında Zoğalların Şabanın evi vardı. Köyün ortasından geçen yolun üst köşesinde Sıhhiye Hasan amcanın ve kardeşi Şamil’in evleri bulunmaktaydı.

Benim Köyüm

BORLUK VADİSİ VE MAĞARACIK KÖYÜ

Dr.Mehmet Zeki ILGAR


Borluk vadisi büyük bir kayanın altından çıkan güçlü kaynak suyunun ve bu suyla birleşen başka kaynak sularının akışıyla binlerce yılda aşındırdığı vadinin adıdır. Mağaracık köyünün yayla hudutları içerisinde doğan bu su yıllar önce bizim köyün kuzeyinden geçerek Azat ve Karacaören köylerinin arazisinden geçerek Kars Çayına karışırdı. Dereyi oluşturan suların bir kısmı Mağaracık köyünün bir kısmı komşu köylerin köyün içme suyu ihtiyacını karşılamakta bir kısmı da Kars’a kadar gitmektedir.
Kars il merkezinin yaklaşık 17-18 km güneydoğusundaki Borluk Köyü'nden başlayıp Mağaracık; Azatköy'ü; Karacaören köylerinin yanından geçip; Kars'ın hemen güneybatısında Kars Çayı'na karışan; Borluk Deresi'nin oluşturduğu vadideki buluntu yerleri bu vadiyi insanlık tarihinin en eski yerleşim alanlarından biri yapmaktadır.
Bu buluntu yerleri arkeoloji yazınına BORLUK; MAĞARACIK ve AZATKÖY buluntu yerleri olarak geçmiştir. Borluk vadisi boyunca yer alan tüm bu buluntu yerleri birbirlerine çok yakın ve ilişkili olduğu için Borluk Deresi'nden çıkarak Borluk Deresi Vadisi adıyla literatüre alınmıştır.
1942 yılında Kılıç Kökten Kars il sınırları içinde gerçekleştirdiği yüzey araştırmasında Borluk Deresi Vadisi boyunca üç yerde yontma taş aletler toplamıştır. Bunlardan birincisi derenin üst kısmında; Borluk Köyü yakınlarında yer alan kaya sığınaklarının önü ve derenin tabanındaki kum ve çakıl döküntüleri; ikincisi ise MAĞARACIK Köyü'nün yakınındaki kaya sığınaklarının önlerindeki alandır. Daha batıda AZATKÖY diye anılan üçüncü alan ile beraber Borluk Deresi'nde Kökten'in yoğun bir araştırma yaptığı anlaşılmaktadır. Kökten Mağaracık Deresi olarak bir dereden bahsetmektedir. Bu dere Borluk Deresi'ne bağlanan küçük Koyunbasan Deresi olabilir. Her üç köy de birbirinden 4 ile 7 km uzaklıktadır. Kökten bu üç ayrı yeri ayrı buluntu yeri olarak tanımlamaktadır.
Kılıç Kökten'in araştırmasında; Borluk Deresi vadisinin üst kısmında; Borluk Köyü yakınında; ikisi bazalttan; bir tanesi andezitten olduğunu söylediği tipik kazıyıcı uç ve yan kazıyıcılar bulunmuştur. Araştırmacı bunların Moustérien tipinde olduklarını anlatmaktadır. Bu yonga aletlerde oluklu kopma yüzeyi taşırlar. İkinci yer yaklaşık olarak birincisinden 7 km uzakta olan Mağaracık Köyü'dür. Bu köyün yakınında da gene Moustérien tipinde obsidien aletler bulunmuştur. Sonuncusu ise Azatköy ya da Dündartepe adlı köyün yakınında; Borluk Vadisi'nin Azat Köyü'ne doğru olan uzantısında ele geçirilen obsidienden yapılma alettir. Bu alet Kökten'in vadinin yukarısında bulduğu diğer aletlere çok benzemektedir. Tümü Orta Paleolitik Çağ'a tarihlenmektedir.
Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi bizim köyümüz herhangi bir köy değildir. Biraz ilgilenebilirsek turizm alanında potansiyeli harekete geçirebilirsek büyük şehirlerden geri dönüşü de sağlayabiliriz.